Üç, yazar-anlatıcının hastanede bir doktorla tanışıp arkadaş olması ile açılıyor. Ben bu doktoru, edebiyatla ilişkisini faydacılık üzerinden kuran kişilerin bir temsili olarak okudum. Yazar-anlatıcı ise tam tersi, kendisine dönük, sanat için sanat tarafında işin. Zaten kitabın ilk bölümünde yer alan ve bu ikisinin ilişkisini anlatan öykü arası kısa metinler edebiyata iki farklı yaklaşımı ve yazar-anlatıcının nerede durduğunu açıkça gösteriyor.
Dostluk ilerledikçe doktor ve çevresi, yazar-anlatıcıyı yazmaya heveslendiriyor. Üç’ün ilk bölümündeki öyküler işte bu şekilde yazılan öyküler ve ortak da bir temaları var: tekinsizlik. İlk bölümde doktor ile yazar-anlatıcının arkadaşlığının gelişimine paralel olarak yazılan tekinsizlik temalı bu öyküler, yazarın Sabitâlem Mahallesi isimli Haldun Taner ödüllü ilk öykü kitabındakilerle yer yer benzeşiyor. Zaten Üç’ün yazar-anlatıcısı, Sabitâlem Mahallesi’ndeki son öyküde tanıştığımız edebiyat öğretmeni. Orada son öykünün yazarı olan bu isimsiz karakter, Üç’te yazar-anlatıcı olarak tüm öykülerin yazarına dönüşmüş durumda. Belki de Eyüp Aygün Tayşir, sadece öykülerinde kullanacağı bir yazar karakterini yerleştiriyor artık metinlerine.
Üç’te yazar-anlatıcı ile doktorun ilişkisinin gelişimi, bir noktada yazar-anlatıcıyı bildiğini okumaya teşvik ediyor. Bu zincirinden kurtuluş sonrası öyküler, kitabın ikinci bölümünü oluşturuyor. Dört psikolojik bilimkurgu öyküsünden oluşan bu bölümde aslında anlatılan hikâyeler birbirleriyle de ilişkili. Kurgusuna yoğun emek sarf edilmiş bu bölüm okurdan da dikkat istiyor. Hayalî bir yakın gelecekte geçen bu öyküler, aslında teknolojik gelişmelerin hem insan psikolojisinden hareketle oluştuğunu hem de onu manipüle ettiğini ima eder cinsten. Burayı okurken benim aklıma Arjantin Öyküleri isimli film geldi. Orada da ortak bir tema var ve orada da her öykü birbirine usulca dokunuyor. Yine de her öykü bağımsız. Üç’ün bu bölümü de aynı şekilde tasarlanmış. Bu öyküler bir yandan Black Mirror evrenini de anımsatıyor. Zaten öykülerde yer yer bu esin ile selamlaşmalar da söz konusu.
Psikolojik bilim kurgu öykülerinden sonra kısa fakat çok farklı bir alegori geliyor. Yazarın da belirttiği gibi biraz ajite. Yazar-anlatıcı bunun sebebini okuru arkadan gelecek olana hazırlamak şeklinde ifade etmiş. Arkadan gelen ise bence kitabın en iyi öykülerinden biri. Yazar-anlatıcının başvurduğu yemek metaforunu sürdürecek olursam, lezzetli bir yemeğin ardından gelen tatlı İlk Sada isimli bu son ve tatlı öyküde yazar, hem Tanpınar’a ustaca bir selam göndermiş hem de onu kasıtlı olarak taklit etmiş. Zaten bölümün adı da Ustalara Saygı Kuşağı. Üç’teki öykülerde hep dozunda bir mizah olsa da bu son öykü yer yer kahkaha attırdı bana. Ben bu öyküyü, işi bu olsun olmasın, günümüzde herkesin bir çeşit artist olma ve sürekli görünme telaşına bir eleştiri olarak okudum. Tüm bakışları sürekli kendi üzerinde isteme, kendisinden başkasına bakılmasına tahammül edememe, kendisini her şeyi yapmaya muktedir görme hâlinin ince bir eleştirisi. Hatta bu ince sitem, bahse konu edilen artist ve artistliklere duyulan hayranlığı, alkışı da kapsıyor.
Sonuç olarak, Üç yoğun emek verilmiş, ince işçilikli bir öykü kitabı.
More Stories
Bursa Senfoni Orkestrası’nda ‘Sevgililer Günü’ konseri
Romanya ‘Aziz Sebastian’ı sattırmadı
Trabzon’da “Sesinizi Duyan Var” adlı resim sergisi açıldı